Birçoğumuz Cichlidler tarafından büyülenmiş durumdayız. Bunun sebebi muhtemelen türlerin farklılığı, sayı bolluğu, varyasyonların ve renklerin zenginliği. Pek çok kez merak ettim; bunlar nereden geldiler, geldikleri yere nasıl vardılar, nasıl bu kadar fazla çeşit oluşturdular?
Bu makalde bu soruların cevabıyla ilgili bazı fikirler vermeye çalışacağım.
Cichlidler ikincil tatlı su balıklarıdır. Yani deniz balıklarından türeyip tatlı suya yerleşmişlerdir. Bu özellik ataları hiç denize gitmeyen balıklara karşı onlara çok büyük bir avantaj kazandırır. İkincil tatlı su balıkları tuza diğer türlere göre çok daha fazla tolere edebilirler, bu da onlara yüksek dozda mineral çözünmüş sularda kolonileşme şansı vermektedir.
Türleşme ve özelleşme sabit ortamlarda daha hızlı ve sık olmakta. Dünyanın ısıl değerleri çok dalgalı olan bölgelerinde sabit bölgelerine göre daha az çeşit bulunması bu teoriyi destekler niteliktedir.
Sabit çevrelerde davranış ve anatomideki adapasyon ve değişimler kütleye bağlı olmadığı için, bu durum canlılara vücutlarının bazı bölgelerini daha etkin kullanıp diğer türlere karşı avantaj kazanmasını sağlıyor. Oysaki değişken koşullarda canlılar bu tip özelleşmelere yanaşmayıp, daha genel kalarak çoğu koşula ayak uydurmak istiyorlar.
İkincil bir tatlı su türü olması yanında cichlidlerin onları birincil tatlı su türlerine avantajlı kılan bir özelliği daha vardır; ağız aparatı. Cichlidler dudaklarındaki dişleri elleri gibi kullanırken, ağız aparatı Cichlidler’de bizim dişlerimiz gibi bir işlem görür. Üst çene yerinden çıkarak aşağı yukarı, alt çene ise ileri geri oynar. Bu yüzden Cichlidler yemlerini çiğneyebilir, hücre duvarı sert yapıdaki bitkisel besinleri çiğneyerek bu besinlerden faydalanabilkirler. bunun yanında daha farklı beslenme biçimleri için ağız aparatı Cichlid’den Cichlid’e değişiklik gösterebilmektedir.
Büyük, durağan bir ortamımız var ve bu ortamda aynı türden yemler için kavga eden Cichlidler var. Tabi ki bazı canlılar daha efektif yem bulabilmek için mutasyonlar geçiriyorlar. Tanganyika Gölü’nden bir örnek vermek istiyorum. Bu göl tek parça haline gelmeden önce, uzun süre 2 hatta bazen üç parçaya ayrık şekilde kaldı. Gölün güneyinde Lamprologus sexifasciatus küçük salyangozlar, ağız apartları ile kabuğundan çıkardıkları büyük kabuklular, aynı zamanda bazı omurgasızlarla besleniyordu. Kuzeyde yaşayan L. tretochepalus çok güçlü ve kemikli yapılı ağız aparatı ile küçük ve büyük salyangozları yiyordu. Gece avcısı L. toae ise tamamen omurgasızlarla besleniyordu. Bu 3 türün atasının hepsinin yediğini yiyebilen Lamprologus sexifasciatus’a yakın olduğu söylenebilir. Bu türlerin atası olarak kabul ettiğimiz türün gölün kuzey kısmındaki popülasyonu; kendi işinde çok başarılı 2 türe evrimleşirken (yukarıda bahsettiğimiz L. tretochepalus ve L. toae), güneydeki popülasyon (L.sexifasciatus) fazla değişiklik geçirmeden kalmıştır.
Bazı sebeplerden dolayı özelleşme sabit olmayıp, periyotlarla gerçekleşmiştir. Özelleşme evresinde 2.bir özelleşme gerçekleşmiştir, bu sefer üreme mekanizmasında değişiklikler olmuştur. Cichlidler’de temel olarak 2 strateji görüyoruz:
Düz yumurta dökenler; çok sayıda yumurta yapmak ve yavrularını korumak için çok fazla enerji sarfederler. Uç bir örnek olarak Boulengerochromis’i alalım. Yavruları etraftayken yem yemezler ve yavrularını, hatta yavruluktan gençliğe terfi etmiş çocuklarını korurken ölürler.
Bir diğer strateji daha az yumurta üretip, enerjiyi bu yumurta ve yavruları ağzında taşımaktır.
Tanganyika Gölü doğanın en büyük doğal tarih müzesidir. Muhtemelen de cichlidlerin konuşlandığı en eski ayrılmış bölgedir. Jeolojik çalışmalar Tanganyika gölünün en az 20 milyon yaşında olduğunu, bu zaman içinde su seviyesinin pek çok kez alçalıp yükseldiğini göstermiştir. Yaklaşık 40000 yıl önce su seviyesi şu anki seviyenin 600 metre altındaydı.
Diğer iki gölde işler daha farklı. Malavi Cichlidleri’nin ana türlerinden 16 tür arasında yapılan DNA çalışmalarından elde edilen bulgular, geçmiş 700.000 yılda tüm Malavi Cichlidleri’nin tek bir türden meydana geldiğini göstermektedir. Viktorya gölündeki 14 tür de benzer olarak tek bir ataya sahiptir. Aynı DNA çalışmaları Malavi ve Victoria Cichlidleri’nin Batı Afrika’nın akıntılarında ve akarsularında yaşayan tek bir soydan geldiğini göstermektedir. Bu soy da ağızda kuluçka yapan Tanganyikalı bir Cichlid türünden türevlenmiş bir türdür. Asıl sürpriz jeolojicilerin Viktorya Gölü’nün 17000 yıl önce den itibaren 12000 yıl önceye kadar tam 5000 yıl kuru kaldığını kanıtlamalarıdır. Bu durum, bu kadar Viktorya Cichlid’i 12000 yıl gibi kısa bir sürede evrimleştiğini göstermektedir. Paleontologlar bu kadar yeni bir atanın diğer modern türlerden ayırt edilemeyeceğini söylemişlerdir.
Peki Malavi ve Viktorya Gölü Cichlidleri diğer göldekilere göre nasıl bu kadar hızlı evrimleştiler?
Malavi Gölü’ndeki kayalık ve kum cichlidleri arasında genetik farklar olduğu bilinmekte. Aralarında 700 metre bulunan iki körfez arasındaki popülasyonlarda bile genetik fark bulunmakta. Bu, yüzlerce ayrı popülasyon olduğuna ve herbirinin potansiyel yeni tür oluşturucusu olduğuna işarettir. Şu anda bile yavaş bir şekilde evrim olduğunu biliyoruz, bu yüzden balığımızın nereden geldiğini iyi bilmemiz gerekiyor. Bölgesel varyasyonlarda bile genetik farklılıklar bulunmakta, çünkü doğada ayrı yaşamaktalar.
Benzer bir işlem Viktorya Gölü’nde de oluyor mu? Yeni bir çalışma kayalıklar etrafında 130 tür olduğunu göstermiştir. Malavi Gölü’ndeki gibi pek çok popülasyon birbirinden ayrı yaşamakta, Kayalık bölge cichlidleri kendi bölgelerine oldukça bağlı yaşamakta ve açık suya doğru gitmemekte, göç etmemektedir. Bu izole yaşam biçimleri hızlı şekilde çeşitlenmelerinde büyük rol oynamaktadır.
Tanınmış Cichlid araştırmacısı George Turner’a göre tüm hikaye bu şekilde değildir. Ona göre anlatılanlar kumluk ve çamurlu bölgede yaşayan türlerin çeşitliliğini açıklar nitelikte değildir. Viktorya’da 300, Malavi’de 350 adet böyle tür vardır. Bu türler nasıl evrimleşti? Kayalık bölgeden daha hızlı evrimleşen bu izole olmayan türlerin bir açıklaması olması gerekir.
George Turner’e göre sadece beslenmeye bağlı özelleşme her şeyi açıklayamaz. Viktorya Gölü’nün pek çok kısmını görmüş Ole Seehausen ağzında yumurta tutan dişilerin diğerlerinden daha hızlı özelleştiğini farketmiştir, bu yüzden de üremeye bağlı seleksiyondan bahsetmemiz gerektiği söylemiştir.
Erkekler yavru bakımında rol üstlenmeyip bir sezonda pek çok dişi ile çiftleşince, dişinin seçimi çok kuvvetli olmakta. Dişi erkeğin yapısına ve kur dansına bakmakta. Erkekler dişilerden daha uzun yüzgeçli, daha renkli, daha parlaktır. Araştırmacılar benzer türlerin tanımlamasında erkeklerin kur renklerini karşılaştırmaktalar. Dişiler belki de eşlerini seçerken bunları kullanıyorlar. Eğer durum böyleyse üremeye bağlı seleksiyon türlerin özelleşmesinde anahtar bir rol oynuyor demektir. Bu durum laboratuvarda test edildi. Testler Pseudotropheus auratus’un erkeğini kur esnasında anal yüzgecindeki yumurta beneklerinden ayırdığını göstermiştir. Bu güçlü kanıt erkeğin kurunun üremeye bağlı seleksiyonda ne kadar önemli olduğunu göstermekte.
Daha iyi kanıt Ole Seehausen’den geldi. Henüz tanımlanmamış türün dişisi çiftleşeceği erkeği temiz suda renk farkı ile seçmekte; fakat bulanık, görüş mesafesi sınırlı su şartlarında rastgele bir erkekle çiftleşmektedir. Bilgisayar simülasyonu dişinin seçiminin birkaç jenerasyon sonra bir türün ikiye ayrılmasına neden olduğunu göstermiştir. Bu durum için 2 şart gereklidir; dişiler seçecek çok fazla erkek görmeli ve kendi jenerasyonundan fazla uzak olmamalıdır. Bu şartlar pek çok Afrika Cichlid’i için tamdır.
Şu ana kadar hep Afrika Cichlidleri’nden bahsettim, peki ya Amerika Cichlidleri?
Afrika’dan bu kadar uzak bir yerde bu Cichlidler nasıl varlar, bu yere nasıl ulaştılar? Bir teori Cichlidler’in kıtalar birleşik halde tek bir kıtayken evrimleştiğini söylüyor. Oysa ki Cichlidler’in evrimleşmesi tek kıtanın kırılmasından çok sonradır. Peki gerçekten ne oldu?
Milyon yıllar önce okyanus seviyesi buz devri nedeniyle oldukça düzensizdi. Suyun pek çok kısmı dünyayı çeviren buz olarak bulunmaktaydı. Buz devri biterken seviye yavaş yavaş artmaya başlıyordu, bu sırada çekilen deniz suları etrafında adacıklar oluşturmuştu, belki de benzer bir şekilde Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar oluşan Atlantik sırtından Cichlidler de (Thylochromis ve Hemichromis (Mücevherler) cinsleri)) diğer hayvanlar ve bitkiler gibi geçiş yapmışlardır. İkincil tatlı su balıkları olmaları onlara okyanusdaki tuzlu suda tekrar yaşam şansı vermiştir. Buradaki acı su nehirlerinde kolonileşerek Güney Amerika’nın kuzeyine dağılmışlardır. Şu anda Orta Amerika olarak bilinen bölge o zamanlar yoktu, sadece sıra adalardan oluşan bir bölge vardı. Küba ve Hispaniola bilinen en eski Amerikan Cichlid’i fosili bulnan yerlerdir, bu yerler şu anki Orta Amerika’ya oldukça yakın yerlerdir. Cichlidler daha sonra şu anki yerlerine, daha doğuya gitmişlerdir. Yine beslenme ve üreme özelleşmesi ile burada pek çok türe ayrılıp evrimleştiklerini gözlemliyoruz. Geophagus cinslerine baktığımızda düz yumurta dökenlerden ağızda kuluçka yapan türlere kadar görmemiz mümkün.
Şimdi bu kadar geniş tür yelpazesinin nasıl evrimleşip zamana meydan okuduğunu daha iyi görüyoruz ve anlıyoruz. Fakat ne yazık ki özellikle Amerika Kıtası’nda insan nüfusunun artışı ve beraberinde getirdiği kirlenme, fazla avlanma ve habitatlarının yok oluşu, özellikle Viktorya Gölü’ne atılan Nil Levrekleri o bölgelerdeki Cichlidlerin ve diğer canlıların soyunu tüketmekte oluşu akvaryumlarımız Nuh’un Gemisi’ne dönüşüyor. Akvaryumlarımız, özellikle de Mücevher Cichlidlerimiz Cichlid türünün devamı için son umut olabilir, onlara iyi bakalım.